G
öçler ve mültecilik günümüzün en çok münazara edilen mevzularından biri. Ancak tarihe ve hassaten Türk tarihine baktığımızda da benzer hazin sayfaları görmek mümkün…
Bilindiği üzere, Şehzade Süleyman Paşa’nın 1352 yılında Rumeli’ye geçişi ve art arda devam eden fetihlerle Osmanlı kısa sürede Balkanların tek hâmisi hâline geldi. Türklerin Rumeli’ye yerleştirilmesi ve bölgenin yerli halkları olan Arnavutlar ile Boşnakların da İslam dinini seçmesi Balkan coğrafyasını ikinci bir Anadolu yaptı.
Fakat yaklaşık 500 yıllık Osmanlı idaresinin zayıflamasıyla Türkleri ve diğer Müslüman halklarını zor günler bekliyordu. 1912 yılında meydana gelen I. Balkan Savaşı’nın kaybedilmesiyle milyonlarca Türk, Boşnak ve Arnavut, Anadolu’ya göç etmek zorunda bırakıldı. Bu imkânı bulamayanlar ise çeşitli asimilasyonlara maruz kaldı.
Bu göçlerin en acı yanlarından biri ise Osmanlının meydana getirdiği Türk şehir mimarisinin en gözde örnekleri olan eserlerin yok edilmesi oldu. Ecdadımızın 15 bin 787 mimari yapı inşa ettiği Balkanlar’da tarihî eserler de sahipsiz kaldı. Gözü dönmüş düşman kuvvetleri Türk izlerini yok etmek için birçok tarihî cami, han ve hamamı yıktı-yaktı. Geriye kalan birçok eser ise aslından uzak görünümle restore edilip maksadı dışında kullanıldı.
Tehcir edilen halkların sığınağı hâline gelen Türkiye’yi, yıllardır çeşitli iddialarla karşı karşıya bırakan birçok gelişmiş ülke, ne yazık ki Türkistan, Kafkaslar ve Balkanlardan sürülen milyonlarca Türk’ün yaşadığı acıları bir türlü görmek istemedi.
İlk
Göç Ve Sürgünler Kafkasya’dan Başladı
Rus Çarlığına bağlı askerî birliklerin 1859 yılında Kafkasya’ya girmesi bu coğrafyada acı sonuçlar meydana getirdi. Rus birliklerine karşı verilen mücadeleyi kaybeden Kafkas halklarını büyük bir dram bekliyordu. Çar’ın Kafkasya temsilcisi Grandük Mişel’in 1864 Ağustosunda Batı Kafkasyalılara, “Bir ay zarfında Kafkasyı terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya’nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir” şeklindeki fermanı, bölgedeki sürgünleri ve göçü tetikledi.
Karadeniz’in Azgın Sularında Boğuldular
Rus Çarlığının emriyle 1864 yılında 1 milyon 500 bin Kafkasyalı yurdundan oldu. Tehcire zorlanan halkların birçoğu sürgün esnasında açlık ve zor şartlara yenik düşerek tıka basa doldurulan tren vagonlarında can verdi. Binlercesi de Karadeniz’in azgın dalgalarına dayanamayan gemilerin batmasıyla derin sularda boğuldu ve yüzlercesi kalıcı hastalığa yakalandı. Karadeniz’deki Taman, Tuapse, Anapa, Soçi, Sohum, Poti ve Batum gibi limanlardan Rus, Osmanlı ve İngiliz gemilerine bindirilen muhacirler, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Varna, Köstence ve İstanbul’a getirildi. Arşiv kayıtlarına göre, Kafkaslardan sürgün edilen insanların yüzde 30’una yakını, yolculuk tamamlanamadan öldü.
Kafkasya’da sürgünler 1864 yılıyla sınırlı kalmıyordu. 1864 sürgünüyle dünyaya savrulan Kafkasyalılar, tekrar ana vatanlarında toparlanma fırsatı bulamadan bu defa da 1943 ve 1944 yıllarında SSCB lideri Josef Stalin’in emriyle geniş çaplı bir sürgüne maruz bırakıldı. Bu sürgünde ise Kafkas halkları, asılsız bir şekilde II. Dünya Savaşı’nda Almanlarla iş birliği yapmakla suçlanıyordu.
Aç Köpekler İnsanları Canlı Canlı Yiyordu
Çerkezlerin Karadeniz sahillerindeki perişan hâline şahit olan Rus tarihçi Berje’nin şu sözleri bütün gerçeği gözler önüne sermektedir. “Novorossisk Körfezinde toplanmış 17 bin dağlının bende bıraktığı korkunç intibaı hiç unutmayacağım. Yılın bu sert zamanında neredeyse tamamen gıdasız kalan, tifüs ve çiçek salgınlarıyla kırılan bu halkın hâli içler acısıdır. Gökyüzünün altında, çıplak arazide yırtık elbiselerinin içinde yatan bir Türk kadınının, diğer yanında can çekişen annesinin göğsünden süt emmeye çalışan çocukların manzarası hangi kalbi sızlatmaz?”
Rus subay İvan Drozdov ise hatıralarında; “Erkek, kadın, çocuk, yaşlıların açlıktan ve hastalıktan bitkin cesetler hâlinde yürürken aç köpeklerin saldırısına uğrayıp canlı canlı yeniyordu” demiştir.
Karaçay Ve Balkarlar’ın
Sürgünü
SSCB’ye bağlı Karaçay Özerk Bölgesi, 2 Kasım 1943’te Sovyet askerlerince kısa süre içinde boşaltıldı. Emirlere uymayan Türk kökenli bu halk, anında infaz edildi. Karaçay halkından 32 bin 929’u çocuk olmak üzere 63 bin kişi tıpkı diğer Kafkas halklarına yapıldığı gibi hayvan vagonlarına doldurularak insanlık dışı bir muamele ile Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın iç bölgelerine gönderildi. 8 Mart 1944’te ise Balkarlar, Karaçay halkının maruz kaldığı acı sürgünü yaşadı.
Taşın Bile Ağladığı Kırım!
Stalin döneminde sürgün sadece Kuzey Kafkasya ile sınırlı kalmadı. Sürgün kararından en çok etkilenen bir diğer halk ise Kırım Türkleriydi. 18 Mayıs 1944 gecesi başlayan sürgün furyası, 3 gün içinde 220 bin Kırım Türkü’nün zorla yurtlarından koparılmasıyla neticelendi.
Orta Asya’nın ücra köşelerine götürülmek üzere ölüm katarlarına bindirilen Kırım Türklerinin yüzde 42’si zor şartlara dayanamayarak veya yapılan baskılar sonucu hayatını kaybetti. Vatanlarına dönmek için büyük bir mücadele veren Kırım Türkleri, hedeflerine ulaşmak için 1980’li yılları beklemek zorunda kaldı.
Yıllar sonra terk ettiği topraklarına gelen insanları başka bir hazin tablo bekliyordu. Kırım Türkleri yurtlarına döndükleri zaman evlerinin, iş yerlerinin ve topraklarının Ruslar ile Ukraynalılara dağıtıldığını gördüler.
Ölüm Katarlarına
Doldurulan Ahıska Türkleri
Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde yaşayan ve “Osmanlı Türkleri” olarak da bilinen Ahıskalılar, 14 Kasım 1944 yılında tarihin en acı olaylarından birini yaşadı. Bütün Ahıska Türkleri sürgün edildi. Aradan geçen 65 yıla rağmen, hâlen yurtlarına dönemediler. Ana vatanlarından koparılan ve gittikleri yerde hayatta kalan Ahıskalıların torunları bugün Rusya Federasyonu, Özbekistan, Kazakistan, Türkiye, Ukrayna, Almanya, Fransa, İtalya ve ABD’de yaşıyorlar.
Stalin’in emriyle bir gece ansızın gelen haber üzerine doğup büyüdükleri vatanlarından zorla gönderilen Ahıska Türkleri, “ölüm katar” olarak adlandırılan hayvan vagonlarına istiflenerek bir bilinmez yolculuğa çıktı. Sibirya’ya ve Sovyetlerin iç bölgelerine gönderilen yaklaşık 100 bin Ahıska Türkü’nün birçoğu yolda hastalıktan, açlıktan öldü. Ayrı ayrı bölgelere dağıtılan Ahıska Türkleri yıllarca birbirinden haber alamadan yaşadı.
93 Harbi Felaket Getirdi
Balkan Yarımadası’ndan Anadolu topraklarına göç, 19. asırda, bilhassa 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşından sonra hız kazandı. Anadolu’ya âdeta bir göçmen akını yaşandı. 20. asırda ise büyük çaplı göç hareketleri farklı boyutlara geldi. Net bir rakam vermek güç olsa da Prof. Dr. Oya Dağlar Macar’ın belirttiği, Nedim İpek’in verdiği rakamlara göre 500 bin kişi; katliam, salgın hastalık gibi sebeplerden dolayı hayatını kaybetmiş yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi de göç etmiştir.
Cenazeleri
Defnedilemedi!
Yığınlar hâlinde İstanbul’a akın eden askerler ve göçmenlerin bir kısmının hastalıktan ya da başka sebepten ölmesi üzerine şehir içinde ve dışında çok cesetler bulunuyordu. Cenazelerin açıkta kalarak defnedilememesi, şehrin sağlığı açısından büyük tehlike teşkil ettiği için derin çukurlar kazılarak kireç dökülmesi gerekiyordu. Ayrıca cenazelerin önceden yıkanmamasına dikkat edilmeliydi. Bütün bunlar o dönemde koleranın yıkıcı tesiri düşünülerek yapılmıştı.
Bulgaristan’dan Göçler
Rusların 1828’de Tuna’yı aşarak Edirne’ye kadar gelmesi ve Bulgarların Türklerin üzerine hücum etmesi sonucu 30 bin Türk, Anadolu’ya göç etti. 1876’da Rusya, Almanya ve Avusturya tarafından Balkanlar bölündü. Avusturya, Bosna-Hersek’i aldı, ayrıca Bulgarlar ve Sırplara, Rusya himayesinde hürriyet verildi.
Arşivlerde, 1885-1923 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye 500 bin kişinin göç ettiği belirtiliyor. 1923-1933 yılları arasında ise göç edenlerin sayısı 101 bin civarındadır. Yine Bulgaristan’dan 1934-1960 arasında 272 bin 971 kişi, 1968-79 yılları arasında da Bulgaristan’dan Türkiye’ye 116 bin 521 kişi Türkiye’ye göç etti.
Yunanistan’dan Göçler
Yunanistan’dan Türkiye’ye ilk göçler 1820 yılında Mora isyanından sonra başladı. Avrupa’dan gelen gönüllü askerlerle Rum çeteciler, Teselya ve Ege adaları ile Mora’da oturan Türk ve Müslüman halka zulmetmeye başladı ve 32 bin Müslüman Türk’ü öldürdü. Rusya ile İngiltere arasında yapılan anlaşma ile 1826 yılında bağımsız Yunan devleti kuruldu ve Müslüman halkı Yunanistan’dan çıkarma kararı alındı. Bu kararla birlikte Türkler yüzyıllarca yaşadıkları coğrafyadan sürgün edilmeye başlandı.
Mora’nın ardından Girit’te de 1864 yılında Rumların sivil Türk halkına karşı katliamlara girişmesi üzerine, bu bölgeden Anadolu’ya ve İstanbul’a 60 bin kişi göç etti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Yunanistan’daki Türklerden bir kısmı, Anadolu’ya kaçmak zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşı’nı takip eden Lozan Antlaşması hükümlerine göre yapılan mübadelede ise Türkiye’ye 1923-1933 yılları arasında 384 bin kişi geldi. Yunanistan’dan göçler, 1934-1960 arasında da devam etti. Bu tarihlerde 23 bin 788 kişi Türkiye’ye geldi. 1960-1970 arasında ise 20 bin kişi Yunanistan’dan Türkiye’ye yerleşti.