908’de komitacıların darbesiyle başlayan vakıf yağması,
cumhuriyet devrinde de devam etti. 1924’te medreseler, 1925’te de tekkeler
kapatılarak, hepsi vakıf statüsündeki mallarına el konuldu.
Hükûmet, sadece mali ihtiyaçları karşılamak için değil;
eskiyi temsil eden kesimlerin cemiyetteki gücünü yok etmek maksadıyla kıyasıya
bir vakıf tasfiyesine girişti.
Bu Vakıf, O Vakıf
Değil
1926’da İsviçre medeni kanunu kabul edilirken, 864 sayılı
tatbikat kanunu ile bu kanundan evvelki hâdiselere o zamanki şer’î hukukun
tatbik edileceği; eski vakıflar için de ayrı bir tatbikat kanunu yapılacağı
hükmü getirilmişti.
Hayli zaman sonra 14/VI/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu çıkarıldı ki, 864 sayılı kanunun açık hükmüne aykırı nice maddeleri
vardır. Medeni Kanun’da vakıf yerine tesis adında bir müessese yer alır.
1967’de vakıf adını almışsa da bilinen vakıftan farklıdır. Cumhuriyet devrinde
kurulan vakıflar; şer’î manada vakıf değildir; belki cemiyettir.
İsviçreli Bile Acıdı
Her iki devri de yaşamış olan büyük hukukçu Yargıtay hukuk
dairesi reisi Ali Himmet Berki der ki:
“Bir aralık,
insanları vakıf yapmağa sevk eden ruhi temayüllerden ve vakıfların İslam
milletine temin eylediği fayda ve menfaatlerden gafil olanların izhar
eyledikleri vakıf düşmanlığı tesiri altında vakıfları ilga ve tasfiye
temayülleri belirmişti.
1929’da İsviçre’den
Hans Leeman adında bir mütehassıs hukukçu getirildi. Şer’î hukuka vâkıf
olmadığı hâlde, eskiden yaptığı ve yapması beklenen amme hizmetlerini dile
getirerek, eski vakıfların olduğu gibi muhafaza edilmesi lazım geldiği yolunda
rapor verdi. Ancak hükûmet buna kulak asmadı.”
Vakıfların İdam Kararı
Vakıfların idam hükmü, 13/VI/1935 tarih ve 3027 sayılı
Vakıflar Kanunu ile verildi:
Madde 10: “Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları
kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahut işe yaramaz hale gelen hayrat
vakıflar, idare meclisinin teklifi ve bakanlar heyetinin kararı ile mümkün
mertebe gayece aynı olan diğer hayrata tahsis edileceği gibi, bu kabil hayrat
ayn (mal) veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayn veya para dahi aynı
suretle diğer hayrata tahsis olunabilir. Mimarî veya tarihî değeri olan eserler
satılamaz.”
Madde 12: “Mevkilerine ve temin ettikleri menfaatlere göre
kalmaları gerekli görülmüş mazbut ve mülhak vakıflara ait akar ve toprakları
idare meclisinin kararı ile satmaya veya başka gayrimenkulle değiştirmeye umum
müdürlük salahiyetlidir. Bu şartlarla elde edilecek paralar tercihen
mahallinde akar satın almaya veya yaptırmaya veya o vakfın mevcut akarının tamirine
sarf olunur. Mülhak vakıflarda, idare meclisi, karar vermeden evvel o vakıf
mütevellisinin mütalaasını alır.”
Milyarlık Yağma
1935 tarihli Vakıflar Kanunu (m.26-32) icâreteynli ve
mukâtaalı vakıf kurmayı yasakladı. Mevcut vakıflar, yıllık kira bedelinin yirmi
katı meblâğında bir taviz bedeli mukabilinde malı elinde bulunduranlara
devredildi. (İcâreteynli ve mukâtaalı vakıf, Kanuni Sultan Süleyman zamanından
beri, hususi şekilde kiraya verilen iki vakıf çeşididir.)
Kiracı, bu bedeli ödemese bile, 10 sene sonra vakfın
mülkiyetini kazanacaktı. Bedel, amme alacaklarının tahsili usulü çerçevesinde
tahsil edilecekti.
Tarihte emsali görülmeyen bu kararla, sadece İstanbul’da
sayısı 230 bini geçen ve bugünkü kıymeti milyarları bulan vakıf malı, cüz’î
birer bedel karşılığında kiracılara intikal etti.
Bundan vakıflar mühim zarar gördü. Zaten kiraları enflasyon
ve sair sebeplerle çok düşük kalmıştı. Mesela 35 bin liralık bir ev 200; 20 bin
lira kıymetindeki bir arsa 125 liraya satılmıştır.
Şart-ı Vâkıf
Mülkiyet hakkı, mukaddes ve dokunulmaz bir insan hakkı
olduğu hâlde, pek çok vakfa el konulmuş; bunlar vakıf fikrine hiç de uymayan
başka maksatlara tahsis edilmiş veya hususi şahıslara satılmıştır.
Hâlbuki şart-ı vâkıf, nass-ı şâri gibidir. Yani vakfedenin
şartı, âyet ve hadis gibi değiştirilemez, kaidesi meşhurdur. Tek Parti devrinde
bazı vakıf eserlerin tamir edilmesi de, bu vakıflara el konulup başka
maksatlarla kullanıldığı gerçeğini değiştirmez.
Böylece milletin bin senelik tarihine damgasını vurmuş vakıf
medeniyeti hazin ve utanç verici bir şekilde tasfiye edilmiştir. Osmanlılar
nice mali sıkıntılarla boğuşmuş; ama mülkiyet hakkına hürmetlerinden dolayı,
hiç bir zaman vakıflara ilişmek akıllarına gelmemişti.