Türkistan

Dr. Baymirza Hayit’in Çok Az Bilinen Bir Dostu “Hüseyin İkram Han”

B

aymirza Hayit kendisi gibi Özbek asıllı olan Hüseyin İkram Han’la ilgili Türkçe çok az bilgi bulunmaktadır. Özbekistan’ın Nemengan şehrinde dünyaya gelen Hüseyin İkram Hân Taşkent Üniversitesi Hukuk Fakültesini derece ile bitirdikten sonra aynı fakültede ders vermeye başlamıştır. II. Dünya savaşının başlamasıyla askere alındı. Almanlara karşı yapılan kanlı savaşlara katıldı. Almanlara önce esir sonra asker oldu. 

Hayat hikayesini özetleyen hatıralarını ileri yaşındayken kaleme aldı. “Bir Türkistanlının İkinci Dünya Savaşı Hatıraları” adlı eser Bedir yayınları tarafından yayınlandı. Aslında Baymirza Hayit kadar yazılı eser veren birisi olmadığından ismi meçhul kalmıştır. 

Hüseyin İkram Han’ın Bağımsız Özbekistan’ın son Cumhurbaşkanı olan Veli Kayyum Han’la olan yakın münasebeti onun daha çok politik bir kişilik olarak tanınmasına yol açmıştır. İleri yaşına rağmen Münih Üniversitesi’nde Özbekçe dersler vermeye devam etmiştir. 

1996 yılından itibaren oğlu üzerinden süren dostluğumuz sırasında Baymirza Hayit’in Münih’teki ziyaretlerinde defalarca bulunarak kendisiyle sohbet etme imkânımız oldu. Hüseyin İkram Han’la Baymirza Hayit bir araya geldiklerinde sohbetlerinin merkezinde Türk Dünyası, Vatan hasreti ve hususen Özbek kardeşlerinin halihazırdaki durumu gibi konuların ön plana çıktığını gözlemledik. 

2005 yılında vefat eden Hüseyin İkram Han’ın hayatına dair bilgiler Baymirza Hayit’in yakın çevresinin doğru bilinmesi onun davasının ve mücadelesinin doğru tanımlanmasına ve yaptıklarının doğru anlamamıza yol açacaktır. 

Türk’ün Cesaret ve Merhameti

Hüseyin İkram hatıralarında şöyle nakletmektedir:

Esirliğimizin ikinci haftası idi. Benim iyi bir dostum olan grup rehberi Musa Mehmetzade bir akşam yanıma geldi. Yüzünde korkunç bir ifade vardı. Heyecanlı bir sesle, “Hüseyin, Hüseyin acele yürü Almanlar çağırıyor!”, dedi. Kamp idaresi kapısında birkaç asker toplanmış duruyorlardı. Bizi idarenin bodrumuna indirdiler. İki zabit, iki asker ve bir Rus tercüman vardı. Yedi genç çıplak soyulmuş, yalnız külotlarıyla yüzleri duvara dönmüş vaziyette bekliyorlardı. Bir zabit, “Bunlar kim?” diye bana sordu.

– Bilmem!

– Bunlar Yahudi!

– Müsaade edin ben konuşayım.

Yüzlerini bize döndüler. “Nerelisiniz, kimsiniz?”, diye sordum. Biri, “Biz Tacik”iz, diye Tacik lehçesinde Özbekçe cevap verdi. Boğuk sesle konuşurken dudakları titriyordu. Bunlar Buhara, Semerkand Yahudileri idiler. Ben, “Bunlar Tacik”, dedim, fakat bunu söylerken vücudumu ter bastı. Eğer hakikat ortaya çıkarsa, ben de Yahudilerin uğruna kurban olacaktım. 

Zabit, “Tacik olduklarını nereden bildin?”, diye sordu. “Çünkü bunlar hem Tacikçe hem de Özbekçe konuşuyorlar. Ben Özbek’im. Tacik ve Özbekleri arasında hudut yok, biz Müslüman komşuyuz”, dedim. Tercüman Rus, “Rusça da bilir misin?” diye sordu. Yahudilerden ikisi, “Nemnoşka”, yani biraz diye cevap verdi. 

Benim dediklerimi dostum Mehmetzade de tasdik etti. İyi ki Müslümanların ve Yahudilerin sünnet oldukları tercüman Rus’un aklına gelmedi? Herhalde sorguya çekenlerin de fazla malumatı yoktu. Eğer bizim ve Tacik dediklerimizin sünnetli oldukları tercüman bilmiş olsaydı, “Bunlar Orta Asya Yahudileri”, derdi. Alman zabit de bizim yüzümüzü de duvara çevirip hepimizi kurşuna dizerdi. Böylece hiç günahsız, yalnız Yahudi oldukları için katilin kurşununa kurban gidecek olan bu insanları kurtararak insanlık borcumuzu yaparken Yüce Allah yardım etti. 

Zabit bize suallerini bitirdikten sonra, tabancasıyla her bir Yahudi’yi teker teker nişan alarak, “Doğruyu söyle ismin nedir?”, diye bastırdı. Yahudilerden her biri aklına gelen bir Müslüman ismini söyledi. Sonra zabit bir asker bir şeyler söyledi ve yukarı çıkmayı emretti. On dakika geçti kimse aşağı inmedi. Bu dakikalar ümitli ümitsiz bekleyişle geçti. Son hükmün çıkmasını bekliyorduk. Yahudiler birbirlerine endişeyle, gözyaşları içinde bakıyorlardı. 

Nihayet yukarıdan uzun boylu, şişman bir zabit üsteğmen indi. Bizi sorguya çeken zabit ona rapor verdi. Üsteğmen hemen benim yanıma geldi, tabancasını çıkarıp göğsüme dayadı ve “Bana hakikati söyle, aksi takdirde!…”, diyerek tabancayı iyice bastırdı. O anda yüreğim durdu zannettim. Yalandan geri dönmek kesin ölüm demekti. Üsteğmene; “Bunlar hakikaten Tacik”, dedim.

Beni bıraktı, Mehmetzade’ye gitti. Ona da tabancayı dayayıp aynı soruyu sordu. Mehmetzade, “Ben bu gençler Yahudi olarak bilmem, bunlar Tacik”, dedi. Konuşulanları Rus tercüman tercüme ettikten sonra üsteğmen tabancasını kılıfına yerleştirdi ve iki elini cebine sokup kimse ile konuşmadan yere bakıp sağa sola yürüdü. Şimdi son söz ondaydı. Eğer kampın Slavlar kısmından birkaç kişiyi toplayıp, bunlar kim diye sormuş olsaydı, Yahudilerin akıbeti beş dakikada belli olurdu. Fakat bu üsteğmenin aklına gelmedi. Bu dakikalarda Yahudilerin de bizim de hayatımız kıl üstünde idi. 

Allah tekrar bizi korudu. Üsteğmen birden durdu bizi sorguya çeken zabite bir şeyler anlattı. Zabit selam verip, “jawohl” dedi. Tercüman bu konuşmaları bize tercüme etmedi. Üsteğmen yukarı çıktı. Tercüman bize ve Yahudilere, “Şimdi serbestsiniz”, dedi ve sonra, “Hepiniz yukarıda isminizi soyadınızı listeye yazın, bunları da kendi grubunuza alın”, diye ekledi.

Merdivenden yukarı çıkarken Yahudilere, “Tacik ismimlerinizi yazın, bir daha da unutmayın”, dedim, idareden çıkarken yolda Yahudilere şunları tembihledik: “Bizim kampta 500’ten fazla esir var. Bunlar Türkistanlı ve Kafkaslardan ve sizin kim olduğunuzu bilirler. Burada olanları kimseye söylemeyin. Grup halinde yürümeyin.’’ Yahudileri birkaç gruba ayırdık. Mehmetzade ile beni bu netameli hadiseden kurtardığı için Allah’a şükrettik. 

İnsanların gerçek karakterleri bu tür fevkâlede, beklenmedik durumlarda ortaya çıkmaktadır. Aralarında insan olmak ve esir olmak paydası dışında hiçbir ortak yönü olmayan bu mazlum insanlara sahip çıkan birisi ya aklından zoru olmalı ya da gerçekten yüksek ahlakla bezenmiş bir insan-ı kâmil olmalıdır. 

Hüseyin İkram hayatının diğer dönemlerinde ırk, renk, din ayrımı yapmaksızın ihtiyaç sahibi ve zayıf insanların hep yardımcısı olmuştur. Özellikle Türkistanlı hemşerilerinin hayatlarını kurtarmak adına veya savaş sonrası iş, eş ve ev kurmalarında çok emekleri ve fedakârlıkları olmuştur. 

İlgili Gönderiler

1 / 63