Türkistan

Türkistan’dan Türkiye’ye Manevi Köprü Kuran Alperenler, Âlim Ve Veliler

resim

1

1.
asırda Türkistan’dan ilk büyük Türk göçü, Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara
doğru oldu. Peçenek ve Kuman Türkleri Balkan yarım adasına yerleşti. Ne yazık
ki, bunlar İslam diniyle şereflenemeyerek gelmişti. Etraflarını saran Hristiyan
devletlerin baskısı ile kısa zamanda kimliklerini unuttular. Ananelerini
kaybettiler. Eridiler, yok oldular.

Selçuklu Sultanı Muhammed Alpaslan
1071 senesinde Malazgirt’te Rum imparatoru Roman Diyojen komutasındaki, 200 binden
fazla Bizans ordusunu, 40 bin kahramanla mağlup etti. Böylece Anadolu kapıları
Türklere açıldı. Eğer bu muhteşem zafer kazanılmasaydı bugün biz Türkler
Anadolu’da olamazdık.

Bu büyük zaferden sonra İslam ile
şereflenmiş Oğuz, Türkmen, Özbek ve Avşar Türk boyları akın akın gelerek,
süratle Anadolu’yu İslamlaştırmaya, Türkleştirmeye başladılar. 1071 senesinde
Selçuklu şehzadelerinden Kutalmışoğlu Süleyman Şah, başkenti İznik olan Anadolu
Selçuklu Devleti’ni kurdu. Türkler üç yıl içinde Malazgirt’ten Üsküdar’a
ulaştı.

Merhum Seyyid Ahmet Arvasi: “Muhammed Alpaslan’ın kazandığı Malazgirt
zaferi, yalnız Bizans’a karşı kazanılmış muhteşem bir meydan muharebesinden
ibaret değildir. Bu zafer, bütün Türk–İslam kültür ve medeniyetine ve daha nice
maddi ve manevi fetihlere beşik olacak, mukaddes bir başlangıcın da besmelesi
olmuştur. Yani bu zafer sevgili Anadolu’muzun Müslüman–Türk kanı ve imanıyla
yeni baştan da yoğruluşunun ilk hamlesidir.”
demektedir.

Yesevî
Dervişleri Anadolu’da

Anadolu’nun Türkleşmesinde – İslamlaşmasında,
Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevi hazretlerinin dervişleri, Alperenler ve Horasan
Erenleri denilen müridlerinin büyük rolü oldu. Bugün Anadolu’nun her yerinde halkın
hürmet ve muhabbetle ziyaret ettiği pek çok mezar ve türbeler, İslam’ı yaymak
için gelen Ahmed Yesevi’nin dervişlerinindir.

Türkistan’dan
Gelen Âlim ve Veliler

Türkistan’dan Anadolu’ya gelerek İslamî
ilimlerin gelişmesine ve yerleşmesine vesile olan pek çok âlim ve evliya var.
Bunların bazılarının hayatından kısaca bahsedelim:

Seyyid
Burhâneddîn Tirmizî:
1165’te Türkistan’ın Tirmiz şehrinde doğdu. Tirmiz,
bugünkü Özbekistan’da Ceyhun Nehri’nin kuzeyindedir. Büyük hadis âlimi İmam-ı
Tirmizî hazretleri de buralıdır. Seyyid Burhâneddîn Tirmizî hazretleri Mevlana
Celalettin Rumî’nin hocasıdır. 1240’ta Kayseri’de vefat etti.

Mevlana
Celâleddin Rumî:
1207’de Güney Türkistan’ın Afganistan’daki Belh şehrinde
doğdu. 1273’te Konya’da vefat etti. Büyük İslam âlimlerindendir. Mesnevisi çok
meşhurdur.

Muhammed
Hâdimî:
Büyük velî, tasavvuf ve fıkıh âlimidir. Dedesi Hüsamettin Efendi
Buhara’nın tanınmış âlimlerinden velî bir zat idi. Muhammed Hâdimî hazretleri
1701’de Konya’nın Hâdim ilçesinde doğdu. 1762’de burada vefat etti. Pek çok
kıymetli eserleri vardır.

Muhammed
Murâd-ı Münzâvî:
İstanbul’un en büyük üç evliyasından biridir. 1643’te
Buhara’da doğdu. 1741’de İstanbul’da vefat etti. 6 yıl da Bursa’da kaldı.
Kuran-ı Kerim tefsiri çok kıymetlidir. Tefsirinde Arapça, Farsça ve Türkçe bir
aradadır. Türbesi Eyüp Sultan’dadır. Ziyaret edenler, feyzinden, bereketinden
istifade etmektedir.

Baba
Haydar Semerkandî:
Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerinin talebelerinin
yükseklerinden ve halifelerindendir. Kanuni Sultan Süleyman bunun büyüklüğünü
anlayıp kendisi için Eyüp Sultan’da bir camii yaptırdı. Vefat edinceye kadar bu
camide imamlık yaptı, vaaz verdi. Kabri bu camiinin yanındadır.

Molla
Arap Bursevî:
Babası Türkistan’dan Antakya’ya geldi. Kendisi burada doğdu.
1532’de Bursa’da vefat etti. Türbesi Molla Arap Camii’nin yakınındadır. Yavuz
Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’ne katıldı. Askere vaaz ve nasihat verdi.
Kendisi dua eder; Padişah da “âmin”
derdi. Çok kıymetli eserleri vardır.

Abdullah-i
Kaşgârî:
1688’de Doğu Türkistan’ın Kaşgâr şehrinde doğdu. İstanbul’a gelip
Eyüp Sultan’da yerleşti. Hacı Mürteza Efendi’nin yaptırdığı Kaşgârî tekkesinde
uzun yıllar halkı irşat etti. 1760’ta vefat etti. Türbesi, tekkenin
bahçesindedir.

Ali
Semerkandî:
Osmanlı devletinin kuruluş devri evliyalarındandır.
Peygamberimizin manevi işaretiyle Ankara’nın Çamlıdere beldesine geldi.
Yıllarca halkı irşat etti. İslamiyet’i yaymak için çalıştı. 1457’de burada
vefat etti. Buranın adı “Şeyhler”
idi, sonradan Çamlıdere’ye çevrildi.

Esseyyid
Muhterem Taşkendî: Seyyid, âlim, Nakşibendî
tarikatının büyüklerindendir. Özbekistan’ın Taşkent şehrinde doğdu. Yüksek dinî
ilimleri memleketinde tahsil etti. Hac vazifesini yaptıktan sonra İstanbul’a
geldi. Devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman, kendisiyle yakından ilgilendi.
39 sene Nakibüleşraflık vazifesinde bulundu. 1572’de vefat etti. Türbesi
Ayasofya Camii yakınındadır.

Seyyid
Alâeddîn Semerkandî:
Semerkant’ta doğdu. Semerkant, Buhara ve Taşkent gibi
ilim merkezlerinde tefsir, fıkıh, tasavvuf ilimlerinde yüksek derecelere
kavuştuktan sonra, Karaman’a geldi. Büyük âlim ve velilerdendir. 1456’da vefat
etti. Kabri Mersin’in Gülnar ilçesi Zeyne kasabasındadır.

Şeyh
Seyyid Abdulkâdir-i Belhî:
1839’da Güney Türkistan’ın bugün Afganistan
sınırları içinde kalan Kunduz şehrinin Hankâh köyünde doğdu. İngilizler
Afganistan’ı işgal ettiğinde 300 kadar talebesiyle Konya’ya hicret etti.
Buradan İstanbul’a geldi. Nakşibendî Müceddidî icazetini babasından aldı.
Babasının vefatından sonra Muhammed Murad-i Buharî dergâhı şeyhliğine tayin
oldu. Arapça, Farsça, Çağatay Türkçesi ve İstanbul Türkçesini çok iyi bilirdi.
Sevdiklerine “kuzum” diye hitap
ederdi. Manzum şeklinde çok eseri vardır. Kabri, Murad-ı Münzâvî Hazretlerinin
türbesinin yanındadır.

Emir
Sultan:
Osmanlı’nın kuruluş döneminde yaşadı. İsmi Muhammed, lakabı Şemsüddîn
idi. 1368’de Buhara’da doğdu. Seyyiddir. Buhara’da doğduğu için Muhammad Buharî,
Seyyid olduğu için Emir Buharî, Yıldırım Bâyezîd Han’ın damadı olduktan sonra
Emir Sultan denildi. 1430’da Bursa’da vefat etti. Türbesi, kendi ismiyle anılan
semttedir.

Hacı
Bektâş-ı Velî:
Osmanlı kuruluş devri evliyasının büyüklerindendir. 1381’de
Horasan’da doğdu. Seyyid olup soyu Hazreti Ali’ye dayanır. Küçük yaşta iken
babası ilim öğrenmesi için Ahmed Yesevi’nin halifesi Şeyh Lokman-ı Perende’ye
teslim etti. Tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldi. Sultan Orhan ile
sohbet etti. Yeniçeri Ocağı kurulurken duada bulundu. Kırşehir’de vefat etti. Arapça
Makâlât isimli bir kitabı vardır.

Ubeydullah-ı
Ahrâr:
Silsile-i aliyyenin büyüklerindendir. Müslümanların göz bebeğidir.
Taşkent’te doğdu. 1490’da Semerkant’ta vefat etti. Yusuf-i Nebhanî hazretleri: “Sokakta
giderken ansızın atını istedi. Talebeleri ile Semerkant’ın dışına çıktı.
Onlardan ayrılıp çok zaman sonra yanlarına geldi. ‘Türk Sultanı Muhammed Han, kâfirlerle harb ediyordu. Onun yardımına
gittim. Galip geldi.’
dedi. Fatih İstanbul’u bu suretle aldı.” diye
kaydetmektedir.  Evliyalar, Allahü
teâlânın izniyle bir anda bir başka yere gidebilirler. İslamiyet’te buna “tayyimekân”
denir.

Nakşibendiliğin
Anadolu’ya Gelişi

Nakşibendîyye tarikatının Anadolu’ya
gelmesine vesile olan evliyanın meşhurlarından Abdullah-i İlahî’dir.
Kütahya’nın Simav ilçesinde doğduğu için Abdullah-i Simavî de denir.
İstanbul’un Zeyrek medresesinde ilim tahsil ettikten sonra Türkistan’da
Semerkant ve Buhara’ya gitti. Orada zamanın mürşid-i kâmili, büyük evliyası
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin sohbetinden feyz alıp tasavvufta yetişti. Semerkant’tan
dönerken Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin müridanından Emir Ahmed Buhârî’yi de
beraberinde getirdi. Emir Buhârî bir müddet Simav’da kaldıktan sonra 1447’de
İstanbul’a geldi. Zamanın Padişahı II. Bâyezid Han, Fatih’te ilk Nakşibendî dergâhını
yaptırdı. Daha sonra Ayvansaray ve Edirnekapı’da da birer Nakşî tekkesi
kuruldu. Nakşibendiliğin İstanbul’da tanınmasında, yerleşmesinde Emir Ahmed
Buhari’nin çok büyük rolü oldu.

Zamanın Kutbu

Emir Ahmed Buhârî’nin müridanından
Şevâhid-ün-Nübüvve’yi Farsça’dan tercüme eden Bursalı Lâmiî Çelebi, bu kitabın
sonunda, mürşidi Emir Ahmed Buharî hakkında şöyle diyor: 

“Sonra gelen evliyanın
büyüklerinden biri de Emir Ahmed-i Buharî hazretleridir. Zamanımız onun
irşadıyla şereflendi. Diyarımız onun ayak basmasıyla mesut oldu. İstanbul
halkına büyük bir himmet olmuştur. Avam ve havvas herkes onun sohbet meclisine
koşmuştur. Tam bir ihlas ile onun huzuruna gelenler, muradına erer, Allahü teâlânın
rızasına uygun bir kul olurlardı. Çünkü O, tasavvuf yolları rehberi, hakikat
diyarının kumandanıydı.  Allahü teâlânın
lütfu ile güzel ahlak ve faziletlere sahipti. Kutbül irşad, gavs-ül evtad idi.
Onun yolu sünneti seniyyeye uymak üzere kurulmuştu.

Bu
fakir Lâmiî Çelebi, Seyyid Ahmed Buhârî hazretlerinin eşiğine yüz sürdüğünden
beri, bizzat şahit olduğum ve onu seven güvenilir kimselerden işittiğim
kerametlerini ve harikalarını yazsam büyük bir kitap olurdu. Fakat kendi
zamanında bunların yazılmasına razı olmaz diye, hallerini kısaca yazdım. Çünkü maksat
onun rızasını gözetmektedir. Bu “Şevâhid-ün-Nübüvve”
kitabının tercümesine teşebbüste bulunmam da sırf onun işaretleri, manevi
yardımları, himmetleri ve emirlerine itaat neticesinde olmuştur.  Yoksa bu işi bu fakirin yaptığı zannedilmesin.”

Emir Ahmed Buhârî hazretleri 1516’da
vefat etti. Türbesi, Fatih’te kendi ismiyle anılan camiinin bahçesindedir. Müridi
Lâmiî Çelebi de 1472’de Bursa’da doğdu. Türk edebiyatının önemli
şahsiyetlerindendir. Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilirdi. 1531’de Bursa’da
vefat etti. Kabri Nakkaş Ali Camii haziresindedir.

Mevlana Abdurrahman Camiî hazretlerinin
yazdığı ve Lâmiî Çelebi’nin Farsça’dan Türkçe’ye tercüme ettiği “Şevâhid-ün-Nübüvve” kitabının
Farsça ve Türkçesi, Hakikat Kitabevi tarafından basılmıştır. 



İlgili Gönderiler

1 / 63