Türk Dili

Büyük Türkçe Dâvâsının Kahramanları

 

Türkçe meselesi bekâ meselemizdir. Dönüp dönüp Türkçe üzerine yazmamızın sebebi budur. Dilini kaybederek târîh sahnesinden silinen milletler vardır. Türkçemizi kaybedersek bizim başımıza gelecek olan da aynısıdır.
 
Türkçemizi binlerce yıllık birikimi ile sâhiplenmemiz gerekiyor. Onun bağrındaki her varlık ve her kelime, ifâde gücü olmanın yanında târîhî mâcerâmızın belgeleridir. Türk milletinin rûhu Türkçededir, kalbi Türkçede çarpar ve nabzı Türkçede atar. 
 
Eğer binlerce yıllık dil varlığımızın tamâmını bizim bilip sâhiplenmezsek, bilhâssa İslâm’a girdikten sonra kazandığımız ve İslâmî kimliğimizin belgesi, Müslüman rûhunun ifâdesi olan kelimeleri atıp yerine ya ölmüş köklerden kelime üreterek veya kök mök düşünmeden düpedüz uydurulmuş kelimeleri getirir bunu da devlet baskısıyla yeni nesillere dayatırsak Türkçenin kalbi parçalanır, nabzı durur. Türkçe rûhunu kaybeder. Türkçeyi kaybederiz. 
 
Nitekim bu cinâyet işlenmiştir ve bugün Türkçeyi kaybetmek üzereyiz. Dilimizin binlerce yıllık birikiminin çöpe atılması ve yerine uydurma kelimelerin getirilmesi ilk depremdi. Bunun üzerine günümüzdeki ecnebî (bilhâssa İngilizce) kelimelerin isîlâsı da eklenince Türkçenin kandili sönmeye yüz tuttu. 
 
Büyük Türkçeyi nasıl kurtarırız, günümüze nasıl taşırız, yeni nesiller arasında yeniden nasıl canlandırırız diye düşünüyor ve bulabildiğimiz çâreleri paylaşıyoruz. Bundan evvel bu husûsta yazılar yazmıştık. İnşâallah devletlilerimiz görür ve ortaya attığımız fikirleri geliştirerek tatbîkâta koyarlar. 
 
Büyük Türkçeyi müdâfaa ve kurtarmaya çalışma faâliyetleri yeni değildir. Türkçe o meş’ûm tasfiyecilik hareketine mârûz kaldıktan sonra işin vehâmetini anlayan ilim adamları, yazar ve şâirler de mücâdeleye başladılar aslında. Daha 1932 yılında gerçekleştirilen Birinci Türk Dili Kurultayı’nda Hüseyin Cahid Yalçın, sert tasfiyeciler karşısında mûtedil sâdeleşmeyi müdâfaa etmiş, yabancı kökenli olsa da yüzyıllardır kullanılan kelimelerin geldikleri dilden çok farklı biçimlerde kullanıldığını, Türkçenin dünyâsını yansıttığını, dolayısıyla bu tür kelimelerin yabancı sayılamayacağını dile getirmiştir. 
 
Sert tasfiyeciler onun görüşleri karşısında tutunamamış, çâresiz kalmışlardır. Falih Rıfkı, daha sonra Atatürk’ün o günle ilgili şunları ifade ettiğini belirtir: “Bir kara tahta vardır, bilir misiniz, hoca tebeşirle üstüne yazar, sonra siler, yine yazar. Hüseyin Cahit hepinizi bugün işte böyle sildi.” (Caner Kerimoğlu, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Dil ile İlgili Görüşleri, dergipark.org.tr)
 
Hüseyin Cahit Yalçın’ın o gün ileri sürdüğü fikirler bugün de geçerlidir. 
 
Daha sonra da birçok ilim ve fikir adamı, yazar ve şâir dilde tasfiyeciliğe ve tasfiyecilik ürünü uydurma Türkçeye karşı çıkmıştır. Bunlardan bazıları bu husûsta eserler yazmış, bazıları ise eserlerinde büyük ve zengin Türkçemizin kelimelerini kullanmaya devâm ederek zımnen mücâdeleye katılmıştır. 
 
Nihat Sami Banarlı’nın “Türkçenin Sırları” adlı kitabı büyük tesîrler uyandırmıştır. Hâlâ istifâde ve zevkle okunabilecek bir kitaptır. 
 
Necmettin Hacıeminoğlu’nun “Türkçenin Karanlık Günleri” kitabı Türkçenin târîh boyunca karşılaştığı sıkıntıları anlatır. 
 
Ahmet Bican Ercilasun’un “Dilde Birlik” adlı küçük hacimli kitabını da istifâde ile okumuştum. 
 
Bu husûsta D. Mehmet Doğan hocamızın mücâdelesi destanlıktır. Bir Lügat Bulamadım, Yüzyılın Soykırımı, Devlet Sözlük Yazar mı, Kelimelerin Seyir Defteri, Söz Okyanusunda Yolculuk, Türkçenin Cenaze Töreni… 
 
Bu mevzûdaki yazılarda ismini pek görmedim ama Beynun Akyavaş’ın “Seni Seven Neylesün” isimli kitabında da büyük Türkçemizin ehemmiyetini ve güzelliğini anlatan yazılar vardır. 
 
Ayhan Songar, kendisi bir psikiyatrist olduğu hâlde “Çeşitleme” adlı kitabında uydurma dil felâketinden bahseder ve uydurmacılığın psikolojik yönünü çok güzel anlatır. Kitap antikacılara düşmüş olmalıdır. 
 
Yesevizade ismini de kullanan Ş. Alparslan Yasa da bu mevzûda çok yazanlardan birisidir. “Türkçenin İnkişâfı için Tercüme” kitabı mühimdir. 
 
Kadir Mısıroğlu’nun “Bin Uydurma Kelimeyi Boykot” kitabı hangi uydurma kelime yerine hangi köklü kelimeyi kullanacağını bilemeyenler için iyi bir kılavuzdur. Kitabın baş kısmında Türkçenin uğradığı tasfiyecilik felâketi hakkında bilgi de vermektedir. 
 
Yavuz Bülent Bakiler de “Sözün Doğrusu” adlı televizyon konuşmalarından kitaplaştırdığı eseriyle bu mühim meselemize katkıda bulunmuştur. 
 
Yakup Şimşek, bir ömür verdiği “RİT (Resmi İkameli Türkçe) Lügati” adlı eserinde tasfiyecilik ürünü uydurma kelimelerin tek tek izini sürmüştür. Burada kendi uydurdukları kelimeyi de beğenmeyip onların yerine de uydurdukları kelimeleri görmek hayret vericidir. Yakup Şimşek’in diğer bir kitabı da “Dilin Tetiği Bozuldu”dur.
 
Bir “Büyük Türkçe” dertlisi de Kahramanmaraş depreminde vefât eden Ahmet Doğan İlbey merhûmdur. Dil dâvâmız, yazılarında en sık temâs ettiği mevzûlardan idi. 
 
Mevzû hakkında yazan sâdece Türk yazarlar değildir. Geoffrey Lewis’in “Trajik Başarı-Türk Dil Reformu”, meselenin net fotoğrafıdır. Evet, bu dil reformu başarılı olmuştur ama bu trajik bir başarıdır. Bir milleti mâzîsinden, târîhinden, öz kültüründen, îmânından, rûhundan koparan; ifâde gücü ve inceliğini sıfırlayan bir başarı… Geoffrey Lewis, bizdeki birtakım kısıtlayıcı vaziyetlerle muhatap olmadığı için daha serbest olarak vehâmeti ortaya koyabilmiştir.
 
Ben aslında başka bir mücâdele hikâyesi ve bunun kitaplaşmış netîcesi üzerine yazacaktım ama ona sıra gelmedi. İnşâallah sonraki yazılara…  

İlgili Gönderiler

1 / 79