Kültürümüz

Türk Gençliği Millî Kültürünü Ne Zaman Doğru Öğrenecek!

resim

B

ir asra yakın, Türk milletinin tarihi ve medeniyeti üzerinde öyle bir kültürel izolasyon, ambargo var ki, ne hikmetse bir türlü kaldırılamıyor. Türk gençliği, dilini, dinini, tarihini okullarında doğru öğrenemiyor.
Üniversite talebelerine verdiğim bir konferansta, “Dünyada en büyük sosyal hâdiselerden birisi, Türklerin Müslüman olmasıdır. Türkler Müslüman olduktan sonra, Maveraünnehir’de büyük İslam âlimleri yetişti.” diyerek gençlere: “Maveraünnehir ne demektir?” diye sordum, cevap yoktu… 

Maveraünnehir Orta Asya’dadır. Kadim Türk yurdudur. Aral Gölü’ne dökülen iki büyük nehir var; güneydeki Ceyhun, kuzeydeki Seyhun’dur. Bu iki nehir arasına Maveraünnehir denir. Buradaki Buhara, Semerkant, Taşkent, Türk – İslam medeniyetinin merkezleriydi. Silsile-i Aliyye denilen evliyaların çoğu buradadır. İtikattaki mezhep imamımız İmâm-ı Ebû Mensur Maturidî hazretlerinin türbesi de Semerkand’dadır.
Osman Yüksel Serdengeçti, “Ağıt” şiirinde, esir Türk yurtlarının hasretini;
“Seyhun gibi, Ceyhun gibi çağlarım,  
Nerde benim Ural- Altay dağlarım.” diyerek dile getiriyordu. 

Türkistan’dan sonra İslamiyet’in inkişafı Osmanlılarda oldu. Pek çok kıymetli kitaplar yazıldı. Süleymaniye kütüphanesinde on binlerce kıymetli yazma eser bunun şahididir. Ne yazık ki gençlerimiz bunları okuyamaz, anlayamaz. Peyami Safa diyor ki “Dünyada hiçbir millet var mı ki gençleri millî kütüphaneye giderek kitapları tuğla yığını gibi seyreder!..”

“İstanbul, Bağdat, Şam, Hakkâri birer ilim- irfan merkeziydi. Fıkıh ve tasavvuf meselelerinde ‘Hakkâri ulemasının reyi’, yani fikri diye bir tabir vardı.” Bir öğrenci “Efendim, başka yerler yok muydu da Osmanlılar, Türkiye’nin en ücra köşesinde, dağların başında medreseler kurmuşlar” dedi.

“Siz coğrafyamızı bugünkü sınırlarımıza göre düşünüyorsunuz. Osmanlı zamanında Bağdat bizim şehrimizdi. Hakkâri oranın yaylasıydı. Hakkâri’den, Mardin’den insanlar, daha çok Bağdat’a giderlerdi. Ameldeki mezhep imamımız İmâm-ı Âzam Ebû Hanife Numan bin Sabit hazretlerinin türbesi Bağdat’tadır.  Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz Türk atasözü hâlâ yaşamaktadır.

Arif Nihat Asya;
“Şu yakın suların,  
Kolu neden bükülmez,
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin,
Benden doğar, bana dökülmez!” derken neyi kastediyordu, bilen çıkmadı…” 
Anadolu’dan çıkan Fırat ve Dicle nehirleri, Türkiye’yi terk ettikten sonra, Şatt’ül-arap’ta birleşir ve Basra’da denize dökülür. Bunun için şair, bizden çıkan bu nehirlerimizin, bir zamanlar bizim olan topraklarda, denize döküldüğünü hüzünle dile getiriyor… Büyük İslam âlimi Hasan-ı Basrî hazretlerinin türbesi de Basra’dadır. 

Necip Fazıl da Sakarya ile dertleşirken;
“Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna!
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna.” diyerek milletimize Osmanlı coğrafyasının sınırlarını hatırlatıyordu…

İlgili Gönderiler

1 / 62