Kültürümüz

Busbecq’in Kaleminden Preveze Zaferimiz

resim

Avusturya elçisi olarak 1554 senesinde Türkiye’ye gelen Busbecq 1562 senesine kadar devam eden sürede müşahedelerini dört mektup halinde yazmıştır. Preveze Zaferiyle ilgili bölümü aşağıdadır. Editör.

Türk donanması rüzgârın da yardımıyla bizim kuvvetlerimizin üstüne ansızın saldırınca bu hiç beklenmedik baskın öyle bir karışıklığa sebep olduğu ki bizimkiler ne hücum edecek cesareti kendilerinde bulabildiler ne de ricat için gereken soğukkanlılığı. Kaçıp kurtulabilen birkaç kadırga dışında bütün gemiler Türkler tarafından batırıldılar. Askeri kumandan Medina Dükası ile donanma amirali Andrea Doria iç hisara sığındılar, oradan da gece karanlığında küçük bir sandalla Türk gemileri arasından sıyrılarak Sicilya kıyılarına can atılar.

Piyale Paşa bu zaferi müjdelemek için İstanbul’a bir gemi gönderdi. Bu gemi, arkasında denize daldırılmış bir sancak sürüklüyordu. Söylediklerine bakılırsa sancakta İsa’nın çarmıha gerilimi resmî varmış. Gemi limana girince, Hıristiyanların yenilgisi haberi şehirde çarçabuk yayıldı. Türkler sevinç içinde birbirlerini tebrik etmeye başladılar. Kapının önünde toplanarak adamlarıma alaylı alaylı İspanya filosunda kardeşleri yahut akraba ve tanıdıkları bulunup bulunmadığını soruyorlardı. Eğer varsa onları yakında İstanbul’da görebileceklerdi.

Türkler hiç durmadan kendilerinin üstünlüğünü ve bizim korkaklığımızı anlatıyorlardı. İspanya da yenildikten sonra onları durduracak hangi kuvvet kalmıştı karşılarında. Bu alaycı soruları adamlarım büyük bir acı ve tahammülle dinliyorlardı. Allah’ın takdiri böyle imiş. Bunu kimse değiştiremez. Onun için felâkete katlanmak gerekir.

Büyük bir muhafız kuvveti ile İspanyolların henüz ellerine bulundurdukları iç kalenin kötü hava şartları veya başka sebeplerle düşman muhasarayı kaldırıncaya kadar mukavemet gösterebilmesi en büyük temennimizdi. Bununla beraber başarının galipler lehine tecelli etmesinden daha çok korkuyorduk. Esasen sonucun da böyle olacağı açıkça görülüyordu. Yiyecek içecek sıkıntısı son haddi bulunca içerdekiler iç kaleyi ve kendilerini düşmana teslim ettiler.

İçerdeki muhafız kuvvetin komutanı meşhur asker Don Alvaro De Sande daha fazla dayanamayacağını anlayınca yanına küçük bir kuvvet alarak bir huruç hareketi yaptı ve ufak bir gemiyi zapteti. Niyeti Sicilya’ya kaçmaktı. Muharebelerde kazanmış olduğu şöhret ve itibarı körükörüne bir cesaret gösteriyle lekelemek istemiyordu. Kurtulabilirse kalenin kaybedilmesinin vebali kedisinde aranamazdı.

Bu hareketi kalenin Türklerin eline geçmesiyle sonuçlandı. Çünkü askerler artık kapıları kapalı tutmanın faydasızlığını görerek ilerde düşmandan daha fena muameleye maruz kalmamak düşüncesiyle kapıları ardına kadar açtılar. Kumandan Don Juan De Castella komutasından sorumlu olduğu burcu terketmeyi kabul etmedi ve yaralanıp esir düşünceye kadar kardeşiyle birlikte Türklere karşı koydu.

İspanyollar iç kaleyi üç aydan faza bir müddetle fedakârca savunmuşlardı. Halbuki kalede daha fazla dayanmak için zarurî erzak ve içecek su yoktu. Bir yardım ümidi e kalmamıştı. Hele bu sıcak memlekette susuzluk kadar dayanılmaz bir mahrumiyet olamazdı. Mevcut bir tek sarnıç, oldukça büyük ve ağzına kadar su ile dolu olmasına rağmen bu kadar kalabalık askere yemezdi. Herkese ancak ölmeyecek kadar su verilebiliyordu.

Bazıları bu suyu imbikten geçirilmiş deniz suyu ilâve etmek suretiyle çoğaltabiliyorlardı. Usta bir kimyager bunun usulünü onlara öğretmişti. Ancak pek az kimse bunu gerçekleştirmek imkânına sahipti. Birçokları kurumuş ağızları ile yerlere sürünerek “su” diye feryat ediyorlardı. Birisi onlara acıyıp ağızlarına biraz su akıtınca dirilip oturuyorlar, suyun tesiri geçince tekrar aynı hareketlere başlıyorlardı. Harpte aralanıp ölenlerle hastalanıp ilaçsızlıktan ölenlere bu şekilde susuzluğun tesiriyle ölenler de ilave olunuyordu.

Esirler ve Ganimetler İstanbul’da

Eylül ayında muzaffer Türk donanması esirler, ganimetler ve yedeğinde düşmandan zaptolunan gemilerle birlikte İstanbul’a döndü. Donanmanın gelişi biz Hristiyanlar için ne kadar acıklı bir manzara ise Türkler için de o derece sevinç ve heyecan verici oldu. Sabah vakti, büyük karşılayıcı kalabalığının gözleri önünde pek tantanalı bir şekilde limana girmek üzere donanma o gece İstanbul dışında demirlemişti.

Süleyman (Kanuni) sarayın bahçesinde liman girişine bakan sütunlu mevkide yerini almıştı. Donamayı ve teşhir edilen esir subayları yakından görmek istiyordu. Amiral gemisinin kıçında Don Alvaro De Sande, Napoli ve Sicilya Donanmalarını amiralleri, Don Berenguer De Requesnes ile Don Sancho De Leyva halka gösterilmişlerdi. Zaptolunan gemilerin kürekleri ve küpeşteleri alınıp basit birer tekne haline sokuldukları için Türk gemilerinin yanında küçük, adi şeyler gibi görünüyorlardı.

Bu merasim esnasında, Süleyman’ın (Kanuni) her zaman olduğundan daha farklı bir gurur ve neşeye sahip olmadığını onu yakınan görenler söylüyorlar. Ben de iki gün sonra Cuma namazı için sarayından çıktığı zaman görmüştüm.  Yüzünde her zamanki asabiyet ve hüzün ifadesi vardı. Sanki kazanılan zaferin kendisi ile ilgili yokmuş, hâdise her zaman beklenen basit bir şeymiş gibi heyecansızdı. Talihin cilvesini olduğu gibi kabul etmeye bu ihtiyar adamın kalbi öylesine alışmıştı ki halkın alkışlarını sanki hissiz bir şekilde kabul ediyordu.

İlgili Gönderiler

1 / 62