Türkistan

Nakşibendiliğin Türkistan’dan Anadolu’ya Yayılması

resim

T

imurlular
başlangıçtan itibaren Sünni İslam’ı benimsemişler ve ehl-i sünnet
çizgisindeki din adamlarını desteklemişlerdir. Timur, 1397 tarihinde
Yesi şehrine giderek Pir-i Türkistan veya Hazret-i Türkistan olarak da
bilinen Hoca Ahmed Yesevi’nin kabrini ziyaret etmiş ve iki sene
içerisinde tamamlanacak büyük bir türbe yapılmasını emretmişti. Böylece
bir manada Yeseviliğe ve Yesevilik zincirinden gelen Sufi akımlara açık
desteğini göstermiş oldu.

Timur’un oğlu Şahruh ise, babasının
devlet idaresinde ön plana çıkardığı Türk-Moğol geleneklerini ve Töre’yi
bir tarafa bırakarak İslami gelenekleri benimsedi. Herat şehrindeki
medreselerde ve ibadet yerlerinde görev yapan ilim ve din adamlarının da
Sünni İslam’ı desteklemelerini sağladı. Bu arada özellikle Horasan’ın
bir kısmında, Gilan ve Mazenderan bölgelerinde güç kazanan Şiiliğe karşı
bir mücadele başlattı. Bu sebeple kendisine 1427 yılında bir Hurufi
tarikatı mensupları tarafından başarısız bir suikast gerçekleştirildi.

Söz
konusu dönemde Şahruh’un uyguladığı bu siyaseti halk arasında
destekleyen kurum Nakşibendilik olmuştur. Nakşibendi tarikatının
temelleri Orta Asya tasavvuf geleneğinin en önemli isimlerinden olan
Hoca Yusuf Hamedani tarafından atılmıştır.

Vefat ettiği zaman
arkasından gelen iki öğrencisi, Hoca Ahmed Yesevi ve Abdülhalik
Gucduvanî  zikir yöntemi konusundaki görüş farklılıkları sebebiyle iki
ayrı akımın temsilcisi oldular. Sesli zikri benimseyen Hoca Ahmed
Yesevi, Yesevilik anlayışını, sessiz zikri benimseyen Gucduvani ise
Tarika-i Hacegân adı verilen bir yolu benimsedi.

Yesevilik daha
çok Maveraünnehr bölgesinde ve özellikle göçebe Türkler arasında
yayılırken, Gucduvaninin öğretisi daha çok Horasan’da ve Harezm
bölgelerinde yayıldı.

Timur döneminde yaşayan Bahauddin Nakşibend, Gucduvanî tarafından konulan prensiplere “uveysilik” ve “rabıta” şeklinde iki ilkeyi daha ilave ederek “Haceganlık” anlayışını
yeniden düzenledi ve Nakşibendilik akımını kurdu. Genellikle
silsilelerini Hazreti Ali’ye bağlayan diğer tarikatlardan farklı olarak,
silsilesini Hazreti Ebubekir’le başlatması ve Sünni geleneğe sıkı bir
bağlılık göstermesi sebebiyle Nakşibendilik, Timurlular döneminde
idareci kadrolardan büyük siyasi destek gördü. Böylece bu tarikat
yerleşik halk tarafından hızla benimsendi ve Maveraünnehr, Harezm,
Horasan gibi bölgelerin Sünnileşmesini sağladı.

Sonuç olarak
Timurlular devri, Orta Asya’da Sünni İslam’ın kökleştiği, Nakşibendi
tarikatının da en üst noktaya çıktığı devir oldu. Özellikle
Timurlulardan Sultan Ebu Said’in Hoca Ahrar’la münasebetlerinin
artmasıyla Nakşibendilik devlet idaresinde büyük bir alâka uyandırdı ve
Ebu Said döneminden itibaren neredeyse bütün hanedan prensleri bu
tarikatın müritleri oldular.

Timurlulardan sonra Orta Asya’da
hâkim olan Özbek hanları devrinde de bu gelenek devam edecek ve bu
tarikat tarih boyunca idareci mümtaz kişilerle yakın münasebet
içerisinde günümüze kadar varlığını sürdürecektir.

Bahauddin
Nakşibend’in öğrencileri devrinde, özellikle Ubeydullah Ahrar’dan sonra
Nakşibendilik Orta Asya sınırlarını aşarak Hindistan’a, Çin’e, Irak’a,
ve Osmanlı topraklarına yayıldı.

Nakşibendilik Anadolu’da

Orta
Asya ile Anadolu arasındaki dini münasebetin bilhassa Timur sonrası
devirde çok yoğunlaştığı görülmektedir. Daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı
coğrafyasında çok yaygınlaşacak olan Nakşibendilik, bu devirde,
Ubeydullah Ahrar’ın; Emir Ahmed Buhari, Bedreddin Baba, Baba Haydar
Semerkandi ve Nimetullah Nahcivani isimli dört müridi tarafından
Türkistan’dan getirilmiştir.

Bunlardan en etkilisi Ahmed Buhari
olmuştur. Anadolu’dan Ubeydullah Ahrar’ın yanına giden Simavlı Abdullah
İlahl, Anadolu’ya dönerken Emir Ahmed Buhari’yi de yanında getirdi. Bir
müddet Simav’da kalan Buhari, 1477 yılında İstanbul’a geldi ve Sultan
II. Bayezid’in desteğiyle Fatih bölgesinde ilk Nakşibendi dergâhını
kurdu. Daha sonra kendi çabalarıyla Ayvansaray’da ve Kanuni Sultan
Süleyman’ın desteğiyle Edirnekapı’da iki tekke daha açtı.

Emir
Ahmed Buhari’nin 1516’da vefatından sonra talebeleri bu üç dergâhı devam
ettirdiler ve Nakşibendiliğin Osmanlı başkentinde yayılmasını
sağladılar. Abdullah İlahi ise Balkanlar’a, Selanik bölgesine gitmiş,
Vardar Yenicesi’nde dergâhını kurmuştu. Ahrar’ın diğer öğrencilerinden
Bedreddin Baba Edirne’de yerleşti ve vefat edinceye kadar
Nakşibendiliğin yayılmasına çalıştı.

Baba Haydar Semerkandi,
uzun yıllar Mekke’de kaldıktan sonra İstanbul’a geldi ve Sultan Süleyman
tarafından adına inşa edilen bu camide şeyh oldu.

Nimetullah
Nahcivani ise bir süre Akkoyunlu bölgelerinde dolaştıktan sonra
Anadolu’ya geldi, Akşehir’e yerleşti ve vefat edinceye kadar öğretisini
orada sürdürdü.

Bu ilk Nakşibendi liderlerini daha sonraki
yüzyıllarda yenileri izleyecek, bilhassa Buhara’dan gelen çok sayıda
Nakşibendi şeyhi Osmanlı coğrafyasına gelip yerleşeceklerdir. Bütün
bunların neticesi olarak Nakşibendilik, Orta Asya’da olduğu gibi,
Osmanlı’da mümtaz şahsiyetler arasında da kabul görecek ve idarenin
desteğiyle Osmanlı şehirlerinde en etkili tarikat haline gelecektir.

İlgili Gönderiler

1 / 63