X
VII. asırda, IV. Sultan Mehmed devrinde, İngiltere büyükelçiliğinin baştercümanı olarak uzun yıllar Türkiye’de yaşayan Ricault (Riko), Osmanlı tarihi üzerinde pek değerli kitaplar yazmış, birçok dillere çevrilen bu kitaplar pek çok defalar basılarak büyük rağbet görmüştür.
Ricault’nun kendi şahsi görüşlerinin bazılarını naklederek, XVII. asırda Türkiye’de toplum hayatı üzerinde bir fikir vermeye çalışacağız.
Ricault, padişah hakkında şöyle diyor:
“Yeryüzünün en büyük bölümüne hükmeden Türk imparatoru, milleti tarafından çok sevilir. Türkler, Padişahın mensup olduğu Osmanlı hanedanına âdeta kutsallık izâfe ederler. Hristiyan milletler, Türkler’in bu davranışlarını örnek almalıdır. Bu kadar büyük bir imparatorluğun dağılmadan korunabilmesinde şüphesiz hükümdarlarına ve hanedanlarına gösterdikleri saygının önemi büyüktür.
Türkler’in terbiye sistemleri de, siyasetlerinin dayanaklarından birini teşkil eder. Bu derece azametli imparatorluk kurup yaşatabilmelerinin diğer sırrı da, cemiyet düzenlerinin bizdeki gibi asalete dayanmamasıdır. Türk toplumunda her vatandaş eşittir ve şahsî kabiliyeti derecesinde hükümdarlık hariç, akla gelebilecek her makama yükselebilir. Meziyet, servetten üstün tutulur.”
Ricault, Türk cemiyeti hakkındaki müşahedelerine şöyle devam ediyor:
“Türkler, kendilerini bütün milletlerden, bilhassa biz Hıristiyanlar’dan çok üstün görürler. İmparatorluklarında bulunan milyonlarca Hıristiyan, tam bir hürriyet ve adalet içinde yaşamalarına rağmen, Türkler’in üstünlük duygusu derhal sezilir. Bununla beraber Türkler, çok terbiyeli bir millettir. Kendi teb’aları olsun, Avrupalı olsun, Hıristiyanlara karşı çok nazik muamele ederler. Esasen Türk halkının nezaket kaideleri, dünyanın herhangi bir en medeni şehrinde takip edilen kaideler derecesinde mükemmeldir.
Türkiye’de bilhassa dil öğretimine büyük önem verilir. Türkçe okuma yazmayı henüz bellemiş çocuğa Arapça, bir müddet sonra da Farsça öğretilmeye başlanır. Bu iki yabancı dili bilmek, devlet görevlerinde olduğu kadar toplum içinde de bir şahsın yükselmesine ve sivrilmesine hizmet eder. Saray hizmetine gireceklerden ayrıca yüksek bir ahlâk ve terbiye kaidelerinin en küçük inceliklerini hiç ihmal etmeden uygulamak beklenir.
Devlet memuru olmanın itibarı büyüktür ve küçük bir devlet memuru olmak bile pek kolay değildir. Dünyanın hiçbir devletinde memur olmak için, Türkiye’deki derecede itina gösterildiğini sanmıyorum.
Kuruluşları, gelişmeleri ve düzenleri birbirine benzememekle beraber, Türk imparatorluğu, tarihte ancak Roma imparatorluğu ile mukayese edilebilir. Türk padişahı da, Roma imparatorları gibi kendini cihanın en büyük hükümdarı görür. Bunda hakkı da vardır. Çünkü zamanımızda Avrupa’nın tek imparatoru olan Almanya hükümdarı, padişaha yıllık vergi vermektedir.
Türk imparatorluğunun Mısır, Macaristan, Rumeli, Anadolu, Cezâyir gibi öyle eyaletleri vardır ki, genişlik, nüfus ve zenginlik bakımından her biri, herhangi bir Avrupa devleti ile mukayese edilebilir. Bu muazzam imparatorluğun beyni, İstanbul’dur. İstanbul’a yeryüzünün her tarafından ticaret eşyası gelir ve dünyanın her tarafına ticaret eşyası ihraç edilir. İstanbul’a yılda ortalama 20.000 esir geldiğini söylemek, bu konuda bir fikir verebilir.
İstanbul, terbiyesi, giyimi ve kültürüyle bütün imparatorluğa örnek durumundadır. Türk devletinde yaşayan Rumlar, Ermeniler, Slavlar ve başka kavimler, Türkçe öğrenmeye ve konuşmaya, Türkler gibi giyinmeye, her hususta onlar gibi hareket etmeye heves ederler. Vaktiyle Roma imparatorluğunda da barbarlar böyle yaparlar, Latince öğrenirler, Romalıları taklit ederlerdi.
Padişahların milli bir müze şeklinde toplayıp biriktirdikleri servet, dünyanın hiçbir servetiyle mukayese kabul etmez. Yeryüzünde en zengin Çin porselenleri koleksiyonlarına Çin imparatoru değil, Türk padişahı sahiptir. Bu koleksiyonda on binlerce parça bulunmaktadır. Her parçanın ortalama değeri 300-400 altından az değildir. Padişahın serveti, bu örneğe göre kolayca düşünülebilir.
Padişahın herhangi bir emri, bu uçsuz bucaksız imparatorluğun herhangi bir köşesinde, inanılmayacak bir hızla uygulanır. Yeryüzünde hiçbir hükümdarın bu derece büyük bir nüfuzu yoktur. Türkleri daha yakından tanımak, biz Avrupalılar için şarttır. En kısa zamanda İngiltere’de Türkçe öğreten bir okul açmamız lâzımdır.”
Yılmaz Öztuna