H
er şerde bir hayr vardır! hakikatinin tecellisini yaşıyoruz:
15 Temmuz 2016’daki darbe ve işgal teşebbüs ihaneti püskürtüldükten sonra TSK ve devlet kurumları, emperyalizmin maşası FETÖ örgütünden ayıklanmasaydı, bugün aynı emperyalist, müstemlekeci merkezlere rağmen Libya, Akdeniz ve Kuzey Irak’ta olamaz, buralarda haçlı dünyasının çanına ot tıkayamazdık…
Cümlemizdeki “ayıklama’’ kelimesi dikkat çekmiş olmalıdır. Dört yıldır amansız bir mücadele verdiğimiz hâlde hâlâ ayıklama safhasındayız. Buna rağmen millî silahlarımızı ürettik ve Kuzey Suriye, Kuzey Irak, Libya ve Barbaros Hayreddin Paşa’nın mavi mirasında, Mavi Vatan’da çok başarılı harekâtlar yaptık ve yapmaktayız. Bu beynelmilel ihanet çetesi, devletin kılcal damarlarına varıncaya dek nüfuz etmiş bulunuyor. Tam temizlik gerçekleştiğinde kimse Türkiye’nin elini tutamayacaktır.
Mehmetçik, 16/17 Haziran 2020’de havadan Kartal-Pençe, karadan da Kaplan-Pençe adlı ardı ardına iki harekât ile terör işgali altındaki Kuzey Irak’ta, Sincar’da, Haftanin’de destanlar yazdı. Kartallar, yüksekten uçarak hedefleri, vurup yumuşattı; kaplanlar da bir gece ansızın karaya inerek silip-süpürdü. Komandolarımız, IV. Murad’ın ordusundaki yiğitler yiğidi Genç Osman’ın akranlarıdır. Onlar da Genç Osman gibi “Allah Allah diyerek!’’ düşman hedeflerine yürüdüler, yürüyorlar.
Mehmetçik, sulh, sükûn ve adalet için, ecdadımızın Türkçesiyle “nizâm-ı âlem içün’’ eş zamanlı olarak Kuzey Irak, Mavi Vatan ve Libya’da fırtına gibi esmektedir. Nizâm-ı âlem, dünyanın dirlik ve düzeni demektir. Devlet-i âli Osman, tarih ufkundan çekildikten sonra görüldü ki cihanın muvazenesi, dengesi bozuldu. Bizden kalan boşluğu hiçbir süper güç dolduramadı. Hak ve adalet dağıtmadılar. Zira kara, kızıl ve sarı emperyalizmin bütün hesabı-kitabı sömürme üzerineydi. Bir asrı, petrol hikâyeleri dinleye dinleye işgallere şahit ola ola böylece arkada bıraktık.
Bugün; evet tam da bugün, iftihar etmeli ve şükür secdesi varmalıyız ki bıraktığımız boşluğu tekrar kendimiz doldurmaya başlamış bulunuyoruz. Yiğit düştüğü yerden kalkar!. Müstemlekecilerin adına daha sonra “Libya’’ diyecekleri Trablusgarb’da düşmüştük. Takvimler, 1911 idi. Tarih şahit olsun ki bugün yeniden “Bismillâh’’ diyerek Trablusgarb’da yenilip düştüğümüz yerden ayağa kalkıyoruz.
Macaristan’ın Galiçya bölgesinden Rodos adasına, oradan Bağdat’a ve Osmanlı mülkünün birçok mübarek toprağına kadar nice yerde Türk şehîdliklerimiz vardır. Dedelerimiz oralarda koyun koyuna yatmaktalar. Osmanlı Çağımız’da Irak havalisine “Bağdat Vilayeti’’, Suriye ve mücavir sahasına “Şam Vilâyeti’’, Libya ve etrafına “Trablusgarb’’ derdik. İki tane Trablus’umuz vardır. Biri Trablu’s Şam, diğeri Trablu’s Garb. Akdeniz’in doğu ve batı kıyıları. Zamanımızda ilki Lübnan’dadır, ikincisi Libya’nın başşehridir.
Şimdi biz, kendi imalatımız Atak helikopterleri, SİHA’larımız, silah ve teçhizatımızla Mavi Vatan merkezli olarak Bağdat-Trablusgarb hattında asırlık eksikliğimizi telâfi etme, tarihî ödevimize avdet etme harekâtındayız.
İşiten işitir:
Bugün hâlâ Akdeniz’de Avrupa’nın “Barbaros’’ dediği Hızır Hayreddin Paşa kadırgalarının köpüklü dalga sesleri, Kuzey Irak’ta, henüz 28 yaşında iken hayata vedâ eden IV. Murad Hân Gazi’nin atlarının kişnemeleri, Trablus’ta istiklâl kahramanı Ömer Muhtar’ın İtalyan dar-ağacında tok bir sesle getirdiği kelime-i şehâdet işitilir. Bugün; o köpüklü dalga sesleri, at kişnemeleri, şahadet kelimeleri ile İHA ve Atak seslerimiz ve Mehmetçiğin “Allah Allah!’’ nidaları birbirine karışmaktadır.
Avrupalı kadınalar çocuklarını ne ile korkuturlar:
-Türkler geliyor!.. diyerek.
Evet; Türkler geliyor…
Fakat; hayır, asla korkmayın!.. Bi’l akis sevinin. Müslüman Türk’ün cihanda yerini yeniden almasıyla nizâm-ı âlem kurulacaktır… Zikrettiğimiz ve resmettiğimiz saha çalışmalarından sonra önümüzde bir büyük kapı vardır. Bu, anahtarı çevrilip içeri girilecek kapı, Ayasofya’yı Şerîf Câmî Kebîri’nin kendisidir.
Dünya sahnesine o kapıdan geçerek çıkacağız.
Zira; Ayasofya, Şanlı Peygamberin -aleyhisselâm- Konstantinopol üzerinden fethini işaret buyurdukları Kızıl Elmamızdır!…
Kim ki o kapıdan geçip evvela Ayasofya’da alnımızı secdeye koymaya ve ardından da yürüyüp dünya sahnesine çıkmamıza mâni olursa onlar da Fatih Sultan Muhammed Hân Gazi’nin lânetine uğrayacaklardır!..